Sabahlamaya hazır mısınız?… Uykusuzluk sarhoşluğuna kapılmak için geri sayım başladı… Ancak bu; sarhoşluğu hissedebilmeniz için uzun bir geri sayım olacak. Uykusuzluk sarhoşluğuna kapılmak kolay değildir. Diyorum ki geri sayımı saat bazında yapalım, hatta geri değil de ileri saysak daha mantıklı olur. Sanki hipnoz etkisine girer gibi….
Bir…
Gece saat 12’ye yedi var. Hastanenin penceresinden şehirin ışıklarını seyrediyorum. Koğuşta mırıl mırıl refakatçiler kendi aralarında muhabbet ediyorlar. Sekiz yataklı koğuştaki sekiz hasta, ya uyumuş durumda ya tavanı seyrediyorlar.
Fısıltılı muhabbetlerin ortasına yağmur damlası gibi iki makinenin aralıklı biplemeleri düşmekte. Bense elimdeki kitabı bir kenara bırakmış, bir gözümle şehir ışıklarını seyredip diğer gözümle hastamın huzursuz uykusunda serum takılı kolunu kıvırıp kıvırmadığına bakıyorum.
Saat 12’yi 4 geçiyor ama zaman geçmek bilmiyor. Birden aklıma refakatçi kartımın süresinin 4 dakika önce dolduğu aklıma geldi. Hop!.. Beş dakika oldu…Beklediğim şey olmaya başladı… Dakikalar yavaşa yavaş hızlanmaya ve akarak tükenmeye başlıyor. Altı dakika…
Hemşireden refakatçi kartımı yeniletmek için lazım gelen evrakı alıp koğuşa döndüm. Elimde evrakı gören bir refakatçi daha kartını yeniletmek için benimle beraber acildeki vezneye geldi. İşlemlerimizi tamamladık, dönerken bahçede birer sigara içip muhabbet ettikten sonra koğuşa dönüş yoluna koyulduk…
Güvenlik alarmda. İçeride birilerini arıyor. Geçen gün iki kişi. birkaç hastanın/refakatçinin eşyalarını gasp etmiş, çıkışta güvenliğe takılmışlar. Bu tip olaylar burada sık oluyor. Normal, burası Tepecik SSK…
Ve birden ışıklar gözüme patladı. İçeri giren hemşire bütün ışıkları açtı ve tansiyon ölçmeye başladı hararetli bir şekilde…. Saat bire yedi var… Neyse o işine devam etsin biz kaldığımız mevzuya geri dönelim.
Zaman zaman, çeşitli sebeplerle hastanelerde bulundum. Çeşit eşit hastane gördüm. Ama güvenlik görevlisi popülasyonu neredeyse hemşire popülasyonu kadar olan hastane ilk defa görüyorum. Aslında bunun basit bir açıklaması var. Hastane, bulunduğu konum itibariyle çingene mahallesinin ortasında yükselmekte. Ve bu civarda saat gece dokuzdan sonra sokakta dolaşmak afedersiniz g.t ister… Öyle belalıdır burası. Hâl böyleyken doğal olarak hastane güvenliği yüksek olmalı.
Ve ışıklar söner…
İki…
İçinde bulunduğumuz koğuşu barındıran bina tahminen 80 başlarında inşaa edilmiş gibi duruyor. Baya eski ve pek fazla bakımlı olduğu söylenemez. Hastalara takılan cihazların “topraklı priz” kullanması gerektiği halde prizlerin hepsi eski tip “topraksız priz”. Mazallah bi kaçak olsa cihazda, hasta direk damardan 220’yi yiyecek kan ya da serum yerine…
Kaldığımız koğuş daha önce de belirttiğim üzere sekiz kişilik. Refakatçilerle beraber toplam kelle sayısı onaltı. Ancak sekiz yatak (nuh’u nebî’den kalma) ve kırık dökük yedi sandalyeden mütevellit bir ortamdayız. Refakatçilerin çoğu hastanın yatağına ilişmiş durumda, ben se sandalye tepesinde tünüyorum. Vaziyet içler acısı…O kadar güvenlik görevlisi var ama iki döşek fazlası yok. Onu geçtim bari sandalyeler sağlam olsa.
Ve ışıklar tekrar yanar… Anlaşılan hemşirenin gözlerime kastı var…
Üç…
Gözler acımaya başlar. Uykusuzluk sarhoşluğunun ilk fazına girilmiştir…
Uykusuzluk sarhoşluğu nedense benim hoşuma gidiyor. Ama başlangıcı pek hoş olmuyor. Keşke ilk iki fazı atlayabilsem.
Gözlerdeki acıma ile birlikte ağzınız yırtılırcasına esenemeye başlarsınız. Aynı zamanda feci şekilde uykunuz bastırmıştır. Direnebilirseniz uyku hali kendini istemsiz bir ayıklığa bırakıp başka hiçbir şekilde edinemeyeceğiniz fiziksel bir gariplik haline gireceksiniz. Bu öyle bir haldir ki beyin fonksyonlarınızı yavaşlatmaya ve algınızı düşürmeye başlar işte bu andan sonra ruh halinizdeki değişikliklerde su yüzüne çıkmaya başlar.
Dört…
Artık gözlerinizdeki acı hissine alışmışsınızdır o yüzden acıyı hissetmezsiniz. Bunun yerine farklı şeyler hissetmeye başlamışsınızdır muhtemelen. Baldırdan aşağı ayaklara doğru rahatsızlık düzeyinde bir rahatlık hissi hasıl olur.
Beynin düşünme hızı düşüşe geçmiş, dengelemede ufak tefek sorunlar yaşamaya başlamışsınızdır. Dengelemedeki hata düzeltme fonksyonu gecikmeye başladığı için yürüyüşün ağırlaşmaya, adım atışlarda ince bozunumlar oluşmaya başlamıştır. Hatta etrafta olauşan ufak hareketlilikleri algılamamaya başlarsınız. Daha doğrusu o an değil de 3-5 saniye gecikmeli algılarsınız. Konuşulanları da bir saniyeye yakın bir gecikme ile idrak edersiniz. zaman mekan kavramı sanki yokuş aşağı giden bir arabanın boş viteste kayarak ilerlemesi gibi sakin ama bir o kadar da hızlı gelmeye başlamıştır…
Ve koğuşta yatan bilinci kapalı denebilecek bir hastanın feraydı yeniden başlar. Hastanın akli dengesi yerinde değil. Zaman zaman herkesi tedirgin edecek şekilde bağırmaya başlıyor.Ama bu bağırma daha çok serzeniş, acı çekmenin son demleri gibi. Sanırsınız ki canını teslim ediyor. Mütemadiyen yarım saat süren bu bağırışların sonunda tanrıya şükür sustuğu zamanlar da oluyor.
Hastanedeki 3.günüm ve ilginçtir, ilk günden beri bu ve diğer hastalara karşı enteresan bir… duyarsızlıkta değil de sanki bi duygusuzluk var. Hastaların hiçbiri için üzülmüyorum, ya da durumları benim sinirimi bozmuyor. Herşey o kadar olağan ki…
Saat sabahın bilmem kaçı.. Attım kendimi hastanenin bahçesine yine. Bir kahve aldım kantinden. Sonra hastane kapısının yakınında ağaç altındaki boş banki gözüme kestirdim. Ooooh! hem gölge hem sakin. Kahvenin balansına da sigara ile ince ayar çektim. Keyfime diyecek yok…
Beş…
Ve tan ağarmaya başlar inceden. Bense boşluklara takılı kalan gözlerim ve boşlukta asılı duran beynimle huzura ermiş gibi şehrin sakinliğinde süzülmeye başldım. İşte bu… Uykusuzluk sarhoşluğunu yakaladım… Şimdi bu dinginlik ve huşu ile nöbet devir saatini bekleyebilirim…
Hadi size iyi geceler…. Pardon iyi sabahlar…
16/10/2008
RecNes